Emin değilim, bu diziyi açıklamak için hangi sözcükleri seçmem gerektiğini doğrusu hiç bilmiyorum. Fakat en iyi tabirim, sanırım şu olurdu: "Aman Tanrım, bu nasıl dizi böyle!" Abartmıyorum, modern zamanların kıskacı altında eriyerek, eleştirelliğini kaybeden medya metinlerini adeta yeni bir doruk noktasına taşıyor Mr. Robot! Neo liberal anlatının en büyük ve en açıktan eleştirisini yapan, son zamanların belki de mükemmeliğe en fazla yaklaşan yapımı işte karşınızda. Baş rollerinde Rami Malek (Elliot Alderson), Christian Slater (Mr. Robot), Portia Doubleday (Angela Moss) ve Martin Wallström (Tyrell Wellick)'in yer aldığı dizi, ikinci sezon onayını da almış bulunuyor. Sosyal açıdan yetersiz, depresif ve uyumsuz bir genç olan Elliot Alderson, gündüzleri bir güvenlik yazılımı firmasında bilgisayar teknisyeni olarak çalışır. Geceleri ise sahip olduğu eşssiz yeteneğini, insanların kilitlerini açmaya adayan Elliot, adeta modern zamanların kahramanı olmaya aday bir portre çizer. Her şey o kadar mükemmel kurgulanmış ki bu dizide, metaforlar o kadar belli belirsiz insanın zihnini rahatsız ediyor, modern toplum anlayışının diğer rahatsız edici tarafları ise ekonomik açıdan kapitalizmin başarısı ile taçlandırılarak uygun bir eleştirellikle sunuluyor. İzleyin, izletin, kaçırmayın bu diziyi. Demokrasimiz, hacklendi!
Uzun zamandır izleme şansını elde ettiğim en başarılı yapım. True Story, Rupert Goold'un yönetmenliği ile gerçek bir yaşam hikayesinden beyaz perdeye aktarılan olağanüstü bir film. Yapım, 99' dakika içerisinde benzersiz bir hikayeyi izleyicisinin gözleri önüne seriyor. Baş rollerinde James Franco (Christian Longo), Jonah Hill (Michael Finkel), Felicity Jones (Jill Barker)'ın yer aldığı yapım hikayesini izleyicinin gözleri önünde ilmek ilmek işleyen bir tititzlikle sunuyor. Arkanıza yaslanın ve bu gerçek yaşam hikayesinin çarpıcılığına kendinizi bırakın. Bir gazeteci olmak için ne gerekli dersiniz? Gerçeğe duyduğunuz bitip tükenmek bilmeyen bir açlık mı? Suskunların, ezilenlerin sesi olmaya çabalamak mı? Yoksa her ne pahasına olursa olsun, değerli bir doğru için birden fazla yanlışa imza atabilecek cesarete sahip olmak mı? Belki de hepsi... The New York Times yazarlarından, oldukça başarılı bir gazeteci olan Michael Finkel'ın hayatı bir anda altüst olacaktır. James Franco'nun canlandırdığı, ailesini canice katletmek suçundan aranan Christian Longo adındaki şüpheli, Michael Finkel'ın kimliği ile Meksika'da yakalanır. Ve çarpıcı hikayesini yalnızca Mr. Finkel'a anlatacaktır. Olaylar, bir anda hiç beklenmeyen bir rota izleyerek, her iki karakter için de hayatlarının en inanılmaz dönemlerini açığa çıkaracaktır. Bu filmde sizler de suçluluk ve masumluk arasında oldukça ince bir çizginin yer almakta olduğunun farkına varacaksınız. Çarpıcı bir hikaye, orası kesin. Gerçekten de yaşanmış olan bir öykünün beyaz perdeye aktarılması ve bu kadar başarılı bir şekilde, özgün ve yerli yerinde bir hikaye örgüsü ile sunulabilmesi, yönetmenin artı bir değeri. Her ne kadar Jonah Hill baş rolde zayıf bir portre çizmiş olsa dahi, James Franco'nun başarılı oyunculuğu ile bütün bu tatsızlıklar unutulup gidiyor. Tereddütsüz izleyin, kaçırmayın derim...
Who Am I - Kein System ist sicher, 2014 yapım yılı ile Baran bo Odar'ın yönetmenliğinde Almanya'da vizyona giren oldukça başarılı bir film. Baş rollerinde Tom Schilling (Benjamin), Elyas M'Barek (Max), Wotan Wilke Möhring (Stephan), Antoine Monot Jr. (Paul) ve Hannah Herzsprung (Marie)'nin yer aldığı yapım, tek kelime ile muazzam. Hollywood'un Amerikan goygoyculuğunu barındırmayan bu tarz başarılı yapımları daha fazla görmek dileği ile der ve filmin ayrıntılarına geçerim. Benjamin, asasosyal yapısı ile toplumdan ve arkadaş çevresinden dışlanan oldukça sıradışı bir gençtir. Bilgisayar dünyasına adım attığı andan itibaren, bir kahraman olarak anılmak isteyen genç hacker'ın yolu bir grup bilgisayar korsanı ile kesişir. Kendilerine CLAY adını veren bu hacker grubunun başardıklarını görmek ise insanı hem korkutuyor hem de eğlendiriyor. Finali ile izleyenleri dumura uğratan yapım, mutlaka izlenmeli. Hacker'ların hem eğlendiren hem de endişelendiren bu olağanüstü dünyasına adım atmak istiyorsanız eğer, sakın kaçırmayın bu filmi! Ve hiç bir sistem güvenli değildir, bu fikri de asla aklınızdan çıkarmayın derim...
Yönetmenlik koltuğunda Neill Blomkamp'ın oturduğu, 2015 yapım yılı ile oldukça ilgi çeken bir bilim kurgu filmi olmuş "Chappie". Yapım, bilim kurgu ve robotlar denilince aklınıza ilk gelen görsel efektleri ile aksiyon odaklı yapay zeka filmlerinden fersahlarca uzak bir kere. Ayrıca yapımın baş rollerinde tanıdık simaların yer alıyor olması da kalite vurgusunu arttırıyor. Chappie'nin aralarında Hugh Jackman (Vincent Moore) ve Dev Patel (Deon Wilson) gibi tanıdık aktörlerin de yer aldığı baş rol oyuncuları ise şu şekilde: Sharlto Copley (Chappie), Yo-Landi Visser, Ninja ve Jose Pablo Cantillo (Yankie - Amerika)... Neill Blomkamp'ın District 9 (Yasak Bölge 9')'u ile harika bir iş çıkardığını hepimiz biliyoruz. İzlemediyseniz, izlemenizde de ayrıca fayda var. Ne yazık ki başarılı yönetmenimizin geçtiğimiz yıl vizyona giren Elysium'u ile aynı etkiyi yakalayamamış olduğu da açık bir gerçek. Fakat Chappie ile bu açığı fazlasıyla kapattığı da ortada. Yapımın konusu ise şu şekilde: Deon Wilson, 2016 yılında polise yardımcı olmak üzere Güney Afrika'da tasarlanan robotların yaratıcısıdır. Winson'un asıl projesi ise düşünebilen ve kendi başına karar verebilen bir Ai (Yapay Zeka) yaratmaktır. Winson'un yarattığı yapay zekadan korkan insanlar ise bu çığır açan gelişmenin önüne geçmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Yazının başında da dediğim gibi, oldukça farklı bir yapım. Aksiyon ögelerinin komedi ile buluştuğu, insan doğasının ve yırtıcı iç güdülerinin oldukça akıcı bir şekilde özetlendiği başarılı bir yapım Chappie. Henüz izlemediyseniz ve ikinci bir fikir alarak bu yapıma şans vermek istiyorsanız eğer, bence tam da sırası. Düşündüren bir yapım, orası da kesin. Hayatı, kurgu ile gerçekliği sorgulatacak kadar da çarpıcı bir film Chappie. Bence bir şansı hak ediyor, siz ne dersiniz?
Modern bilgisayarın babası sayılan icatı ile teknoloji tarihine damgasını vurmuş olan bir matematikçi: Alan Turing. Morten Tyldum'ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu yapım, toplamda 114 dakikalık bir izlenim keyfine sahip. Alan Turing'in biyografisi olarak işlenilen hikaye örgüsü, II. Dünya Savaşı'nda Nazi kuvvetlerinin kullandığı Enigma adlı kriptografik iletişim cihazını konu alıyor. Baş rollerinde Benedict Cumberbatch, Keira Knightley ve Matthew Goode'ın yer aldığı yapım, dönemin atmosferini yansıtmaktaki başarısı ile de dikatleri üzerine çekiyor. Deha rolü bu adama çok yakışıyor! Evet, Benedict Cumberbatch'den bahsediyorum. Oldukça yetenekli bir aktör. Eşcinsel bir deha olan Alan Turing'in Enigma'ya karşı olan mücadelesini konu alan yapım, benden de tam not aldı. Doğrusu, hükümetlerin kirli tarihleri hakkında da oldukça açık bir film olan The İmitation Game, kaçırılmaması gereken bir yapım olduğunu da kanıtlıyor. Eşcinselliğin suç olarak sayıldığı bir dönemde milyonlarca insanın hayatını kurtaran bu savaş kahramanı deha, kendi hükmeti tarafından 1 yıllık kimyasal hadım cezasına çarptırılıyor. Düşünün ki, bir dehaya verilen değer, Güneş'i hiç batmayan bir ülkenin dahi karanlık yüzünü gözler önüne sermeye yetiyor. Enigma ekibinin Cristopher ile başardıkları, aslında modern bilgisayarın da babası olarak kabul edilmeli. Alan Turing'e saygılarımla; sahi, makinalarda düşünebilir mi?
PK, Rajkumar Hirani'nin yönetmenlik koltuğunda oturduğu, 2014 Bollywood yapımı olarak karşımızı çıkan uzun metrajlı enfes bir film. Toplamda 153 dakikalık bir izlenim keyfine sahip olan PK'nin baş rollerinde ise Aamir Khan (P.K), Anushka Sharma (Jagat Janani / Jaggu) ve Sanjay Dutt (Bhairon Singh) yer alıyor. Doğrusu, Amir Khan'ın bütün filmleri izleniyor. Kendisini izletmesini çok iyi biliyor bu adam! Hem toplumsal faaliyetlerde üstlendiği öncülük görevleri hem de hassas konulara parmak basmaktaki incelikli çalışmaları, adından sıkça sözü edilmesi gereken, üzerine çokça konuşulması gereken başarı örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Sinemanın asıl amacına hizmet eden bu yapımları daha sık görmek dileği ile, filmin konusuna geçelim. Çok, çok uzak diyarlardan dünyamızı ziyarete gelen garip bir yabancının o çok önemli soruyu sorması ile başlıyor hikayemiz. Tanrı nerede? O Tanrı değil de, bu Tanrı haklı değil miydi? İyi hoşta biz kime, ne için inanıyoruz? Tanrı kavramını ana merkezine alarak, eleştirel bir bakış açısı ile dinleri tefe koyup da bir güzel çalan bu yapımı sakın kaçırmayın! Her ne kadar modern bir hava esen filmin, toplumun öteki yüzüne işaret ettiğini söylemek bir hayli zor olsa da, hey, mükemmel olan ne var ki şu dünyada? İzleyin, izletin; oldukça eğlenceli, dört dörtlük oyunculuklarla süslenmiş enfes bir senaryo sizleri bekliyor. Kaçırmayın derim...
Gerçek bir hikayeden beyaz perdeye uyarlanan Kill the Messenger'in yönetmenlik koltuğunda Michael Cuesta yer alıyor. Amerikalı bir araştırmacı gazeteci olan Garry Webb'in Dark Alliance adlı kitabından ve aynı zamanda yapımla aynı adı taşıyan Nick Schou imzalı kitaptan esinlenerek çekimleri tamamlanan yapım, toplamda 112 dakika sürüyor. Yapımın baş rollerinde ise Oscarlı yapım The Hurt Locker'da da baş rol görevini üstlenmiş olan başarılı oyuncu Jeremy Renner (Gary Webb)'in yanı sıra, Robert Patrick (Ronald J. Quail ) ve Jena Sims (Quail's Girlfriend)'de yer alıyor. Zor bir meslek şu gazetecilik. Araştırmacı gazetecilik yapabilme yeteneğine sahip olabilmek ve bazı gerçeklerin, özellikle söylenemeyecek kadar gerçek olan bazı gerçeklerin dahi kamuoyuna duyurulması gerektiğine inanabilmek, çok zor... Yaşanmış bir hikayeden esinlenerek beyaz perdeye aktarılan bu yapımı bir solukta izleyip bitireceğinize eminim. Sevgili dostlarım ve gazeteci arkadaşlarım, kaçırılmaması gereken, oldukça başarılı bir yapım. Sözüme güvenin ve Amerika'nın kirli tarihine sizler de benimle birlikte tanıklık edin...